1912 yılında Wyoming’de doğan Pollock’un beş erkek kardeşi vardı. Babası çiftçi ve topograftı. Arizona ve Kaliforniya’da büyüdü ve 18 yaşına geldiğinde kendisi gibi ressam olan erkek kardeşiyle birlikte New York’a gitti. Bu sanat hayatının başlangıcı oldu. New York’ta Art Students League ‘de öğrenim gördü ve burada hocası olan Thomas Hart Benton’ın sanatından etkilenmeye başladı. Bu durum kısa zamanda kendi özgün sanatına ulaşmasıyla son bulmuştur.
II. Dünya Savaşı sonrasında sanatçılar sanatın eski merkezi olan Paris’ten kaçarak New York’a gelmeye başlarlar. Bu durum zamanla New York’u yeni sanat merkezi haline getirir. Fakat bu dönemde sanatçılar özgün üretim yerine taklit etmeyi tercih ediyorlardı. Bu anlamda Pollock Amerika’da ilk kez özgün sanatı başlatan ressam olmuştur.
Soyut dışavurumculuğun öncüsü olan Jackson Pollock aksiyon resminde çığır açmıştır. 1920’li yıllarda Sürrealist ressamlar tarafından boya akıtılarak resim yapılmaya başlanmıştı. Fakat bu resimlerde sadece bir teknik vardı bir alt metinden bahsedilemezdi. Pollock ise bu sanatçılardan farklı olarak eserlerini renk ve teknik olarak daha özgün bir hale getirmiştir. Gelenekleri yıkmış ve fırça yerine kesici aletleri, sopaları kullanarak bazen ise sadece boyayı akıtarak ya da damlatarak eser vermiştir. Tuval kullanımı yerine astarlanmamış tuvalleri yere sererek eserlerini resmetmiştir.
Pollock’un sanatını etkileyen iki önemli kırılma noktası vardır. Bunlardan ilki 1937 yılında John Graham tarafından yazılan ‘Primitif Sanatlar ve Picasso’ makalesi, diğeri ise Amerika’nın ilk özgün sanat formu olarak bilinen Jazz’a olan ilgisidir. 1938-1942 yılları arasında Federal Sanat Projesi’nde görev alır ve Jazz dinleyicisi olmak artık Pollock’un sanatına karmaşık, iç içe geçmiş ve fırlatılmış boya izlerini katar. Sanatçı bu durumu kendi sözleriyle şu şekilde açıklar; ‘tuval, içinde faaliyette bulunulan bir arenadır.
1930’lu yılların ilk dönemlerinde figüratif ögeler karşımıza çıkarken 1938 yılından itibaren soyut resme bir yöneliş söz konusudur. Aynı dönemde sanatçı için Avrupa Avangardı diyebilmek mümkündür.The Flame (1938) adlı eserinde bu duruma tam olarak şahitlik ederiz. Eserin orta kısmında iki ana hareket vardır ve bu figür izleyiciyi sağ ve sol tarafa yönlendirir.
1941 yılında kendisi gibi ressam olan Lee Krasner ile tanışır ve kısa zaman sonra birlikte yaşamaya başlarlar. Bu dönem sanatçının eserlerinde canlı renkler kendini gösterecektir. Aynı dönemde eserlerinde Picasso, Miro ve Gorky etkisinden bahsetmek mümkündür. 1942-1948 yılları arasında sanatında primitif ve mistik ögelere sıklıkla yer verecektir.
1941 yılında yaptığı The Bird eserinde ön ve arka planda iki farklı ana form karşımıza çıkar. Üst kısımda ortada bulunan göz tasviri aynı zamanda bir yaratığın başıdır. Kuşa benzeyen bu yaratığın ayakları aynı kuş ayakları gibi resmedilmiştir. İki yanda ise kolları ve kanatları ile tam ortada gövdesi yuvarlak formda çizilmiştir. Kuşun ayaklarınına yakın yerde yatan iki kafa bulunmaktadır.
Male and Female eserinde dikey kompozisyon kullanmış ve zıtlıkların birleşmesinden meydana gelen bir eser yaratmıştır. Dişi totemin tabanında ve resmin sağ kısmında orta kısımda bulunan gözler son derece ilginçtir. Burada gözler kuşkunun bir tasviri olarak karşımıza çıkar. Anima ve animus kavramları üzerinden kadının maskülen, erkeğin ise feminen karakterleri içselleştirilmiştir. Orta kısımda beyaz ile dikkat o kısma çekilmiştir ve arka planda mavi kullanılmıştır. Çoğunlukla geometrik formlar kullanıldığı için Kübizm etkisinden bahsetmek mümkündür.
Mural, Pollock’un ilk büyük boyutlu duvar resmi olması açısından önemli bir yapıttır. Aynı zamanda sanatçının ilk soyut dışavurumcu eseridir. Eserde siyah, beyaz ve sarı renkleri kullanılmıştır ve seyircinin fikrinin esere bakarken sürekli değişmesi hedef alınmıştır. Ana fikri kavramı tamamen ortadan kaldırmaktır.
1940’lı yıllarda yapmış olduğu bu eserler hızlı uygulama, biçimsel ve tematik çoğulculuk, doğaçlama ve formların perdelenmesi ile Totemik dönemin başlangıcıdır. Bu dönem eserlerinde soyut dışavurumculuğun bir alanı olan aksiyon sanatının en önemli noktasını görürüz. Bu gerek damlatma gerekse akıtma yöntemleriyle sanatçının eseri yaparken hareketine şahit oluyoruz.
1950’li yıllarda ise alkol probleminin başlamasıyla renklilik kendini siyah beyaz eserlere bırakır ve bu yapıtlarda dramatize artar. Tarihler 11 Ağustos 1956’yı gösterdiğinde evliliğinde sorunlar yaşayan ve alkol problemiyle mücadele eden Pollock bir trafik kazası geçirir ve yaşamını yitirir.