Yeteneği ve trajik hayat hikayesiyle dikkat çeken, ömrünün otuz senesini sanatından uzak bir akıl hastanesinde geçiren Fransız heykeltıraş Camille Claudel’in sanatını inceliyoruz
8 Aralık 1864 yılında Fransa’da bankacı bir baba ve varlıklı bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Camille’nin heykele ilgisi çocuk yaşta toprağa ve çamura dokunarak onu şekillendirme isteğiyle başladı. Kızının sanatseverliğine ve yeteneğine kayıtsız kalmayan babası onun için Paris’e taşınarak en iyi hocalardan ders almasını sağladı. Bu süreçte annesi ise onun için başka gelecek planları kurmakta ve sanata yönelmesini istememekteydi.
Camille Claudel’in eğitim aldığı heykeltıraşlardan biri 19. yüzyıla sanatıyla damga vuran Auguste Rodin‘den başkası değildi. Öyle ki zamanla yaptığı işlerde ona ilham veren, gözde öğrencisi haline gelen Camille; Rodin’in, Rose Beuret ile olan 20 senelik evliliğine rağmen bir aşk yaşayacaktı ünlü heykeltıraş… Fakat bu aşk genç dahi olarak nitelendirilen Camille Claudel’in sonu olacak ve çok sevdiği sanatından uzaklaştırarak onu dört duvar arasına mahkum edecekti.
Rodin’in en önemli heykellerinden biri olarak karşımıza çıkan, ülkemizde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde bir replikası da bulunan ‘Düşünen Adam’ da Claudel’in izlerine rastlamak mümkündür. Rodin’in ‘Düşünen Adam’ ve ‘Cehennemin Kapıları’ eserlerinin aslında ona ait olmadığını, aslen Camille Claudel tarafından yapıldığı sanat tarihçileri tarafından hala tartışılan bir konudur.
Öyle ki aynı durum Rodin’in ‘Cehennemin Kapıları’ eserinde de karşımıza çıkar. Burada görülen çıkıntılı figürlerin her biri birbirinden farklıdır, yani portre özelliği karşımıza çıkar. Öte yandan hareketin dışa taşkın oluşu artık heykelde hareketin değişiminin bir işareti niteliğindedir.
Erken dönem sanatında yaptığı ilk heykellerden biri olarak karşımıza çıkan ‘Genç Kız’ eserinde ahşabı materyal olarak kullanan sanatçı ilerleyen sanatında şekillendirilmesi zor ve oldukça sert materyalleri kullanmayı tercih edecektir.
Bu dönem en büyük destekçisi olan babasını kaybeden Camille, evli olan Rodin ile yaşadığı yasak ilişkinin dönem algısından ötürü kınanması sonucunda annesi tarafından reddedilir. Depresyona sürüklenen Camille’nin, bir trafik kazası geçirerek bebeğini düşürmesi ile sinir krizleri başlar.
Camille Claudel’in heykellerinin en önemli vurgusu onu yaparkenki duygularının izleyiciye aynı şekilde geçiyor olmasıdır. Bu yüzden her heykelinde hareket, yüz mimikleri, jestler ile sanatçı dramatik filtreyi tamamıyla izleyiciye geçirme konusunda oldukça başarılıydı. Bu nokta onu Rodin’in sanatından ayıran en büyük ayrımdır. Rodin’in heykellerinde karşımıza çıkan hissizlik, Claudel’de yerini muhteşem bir dramatizasyona bırakacaktır.
Bu dramatikliği ‘Sakountala’ ve ‘Vals’ eserlerinde görmek mümkündür. Rodin’in ‘Öpüş’ eserine karşılık neredeyse aynı formlarda yapılan Claudel’in ‘Sakountala’ heykelinde izleyiciye geçen hisler benzer üsluba rağmen bambaşkadır.
Zamanla oniksi materyal olarak kullanan Claudel bu sert taşı şekillendirmekle kalmamış, ‘Dalga’ eserinde her figürün ayağının bastığı alanı içe oyuk şekilde biçimlendirerek hacim algısı vermeyi böylesine zor işlenen bir malzeme ile başarır.
Salon Sergisi’nde heykelleri yer almaya başlayan Camille’nin sanatının karşısında bu kez sevgilisi Rodin durmaktadır. Eski karısına dönmek isteyen Rodin, karısıyla bir anlaşma yapar ve Camille’den ayrılır. Ardından onun sanatındaki ilerleyişinin önünü kesmemesi için yine karısıyla ve Claudel’in annesiyle birlikte Camille’yi sinir krizlerinin paranoyaya dönmesini sebep sunarak akıl hastanesine kapatırlar. Üstelik genç kadına bu süreçte heykel ya da çizim yapabileceği hiç bir malzeme verilmeyecektir hastane tarafından.
Bu acılı süreci sanatçının gözünden en iyi anlatan eser şüphesiz onu şöhrete ulaştıran ‘Kader’ heykeli olacaktır. Rodin’in, karısının baskısıyla onu bırakışını bu şekilde betimleyen Claudel kendini gerek aşkının saflığı, gerek gençliği sebebiyle pürüzsüz dokuyla şekillendirirken, iki yaşlı olan Rodin ve karısını pürüzlü şekillendirir. Öyle ki Rodin’in karısı Rose adeta kötücül ve cadıvari betimlenmiştir. Bu eserde sanatçı doku uyuşmazlığını öne çıkararak yine dramatizasyonu korumuştur.
Rodin’e olan duyguları ayrılıkları sonrası kağıda Camille Claudel tarafından şu şekilde dökülür;
“ Bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler.
Duygusuz yavan insanlar.
Bu benim ruhum en kutsal varlığım…
Bunlar çalışma saatleri. Ruhumun yandığı saatler.
Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım..
Ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı..
Bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum…”
Kardeşi Paul onu annesinin aksine orada yalnız bırakmamakta ve beş senede bir ziyaret etmesinin yanısıra akıl hastanesindeyken onunla mektuplaşmaktaydı. Camille, kardeşine yaşadıklarını şu şekilde aktarmaktadır;
‘Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye, yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar…
Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar…
Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor, kafasında bir tek düşünce vardı zaten kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam, bunu engellemek için de yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım… Her bakımdan başarıya ulaştı işte!
Bu esaretten çok sıkılıyorum… Eve hiç dönemeyecek miyim, Paul?’
Hayatının son 30 senesini akıl hastanesinde sanatından uzak şekilde yaşayamak zorunda kalan Camille Claudel’in akıl hastanesindeki doktoru annesine kızını gelip alması için mektup yazmış olsa da annesi onun mahkumiyetine göz yumacak ve almayacaktır.
Böylece Claudel, 19 Ekim 1943 tarihinde akıl hastanesinde hayata gözlerini yumar. Geriye sadece hislerinin bir belirimi olan eserleri kalır…